Uzun bir aradan sonra yeniden yazmaya karar verdim. Bu kararı almamda yüzyüze tanışmasakta ahbap diyebileceğim Hasan Başusta'nın etkisi büyük. Ayrıca aklımdan geçen fikirler gördüğüm, okuduğum düşünceler ve olaylarıda not almamın zamanının geldiğinin düşüncesindeyim. Sizlere faydası olur mu bilmem ancak en azından benim için bir Hafıza indeksi gibi bir şey olacak.
Dış dünyaya kim olursanız olun etki bırakmak istiyorsanız şunları yapın.Kesin çalışıyor. Reklam edebileceğiniz her anınızı yüksek kalite fotoğraflayın ve sürekli bunların yayınını yapın. Örneğin bir eğitim seminerine gittiniz.Çok gereksiz bir şey anlattınız. Yada olmanız gerektiği için oradaydınız önemli değil. Çoğu eğitim semineri bir işe yaramaz ancak doğru açılardan çekilen fotoğraflar sizi çok farklı gösterebilir. En küçük başarınızı abarttıkça abartın ve etrafınızda bunları beğenen ilginç tipler bulun. Onlar gerisini halledecektir. Takıldığınız mekanlar sürekli marka yapmış ya da ilginç olmalı. Bunları da yorumsuz olarak koyun gerisini sosyal medya halleder. Buna kısaca algı yönetimi deniyor. Etrafımda çok ustaları var. Öğrenmeye çalışıyorum.
Bu aralar ciddi anlamda etik sorunları hat safhada olan olaylara maruz kalıyorum. İnanın insanı çok yoruyor.
Akademisyen olmayı soruyorlar nasıl diye. Cevap basit. Dışlanmayı, hor görülmeyi, ihaneti, kıskançlığı, bizans entrikalarını, fikirlerin ile alay edilmeyi, kişiliğine onuruna her şeyine yapılan sinsice ya da açıkça yapılan saldırıları, bir gurup bir düşünce ya da bir ekole bağlı olmamandan ya da olmandan dolayı yaşayacağın baskıları, rütbeciliği, pis siyaseti kaldırabilecek kadar genişseniz oldukça zevkli bir meslektir. Bu saydıklarım işin "fıtratında var".
Haruki Murakami'nin güzel bir lafı var. "Herkesin okuduğu kitapları okursanız, Herkesin düşündüğü gibi düşünürsünüz."
Etraftaki yönetim guruları hayat koçları, mentorlar hep motivasyondan bahseder. Ancak insanın kendi kendine araçsız ve amaçsız motive olması imkansız denecek kadar zor.
Rezilyans: Tüm olumsuzluklara rağmen tekrar toparlanıp daha güçlü bir şekilde ayağa kalkma durumu.
Bir çok bilgi ile donanıp onları kullanamadınız mı içinizdeki kapladığı ağırlık inanın çok fazla. Ve kullanılamayan bilgi insanın beynini, bilincini, iç dünyasını bitiriyor, zehirliyor. Belkide bizim camia'nın neredeyse tamamının anormal olmasının sebebi budur. Kullanamadıkları ve kimsenin işine yaramayan gereksiz aşırı bilgi. İlber Hocanın dediği gibi "Bilmemekte mutluluktur.".... Aslında...
Çok merak ediyorum acaba sosyal bilim gibi dipsiz bir kuyu içerisinde ilerlerken neden bu camianın insanları ölçümlenemeyecek kadar çok kibirli. Neden yaptıklarını bu kadar önemsiyorlar. Acaba bilime ne kadar reel etkiler var? Zaten yaptığımız işin bir sonu yok. Yaşadığın süre boyunca kendi bilim dalının külliyatına ek yapacak acaba kaç olgunun farkına varıp keşfedeceksin ki ya da tam olarak açıklayacaksın ki?. Bilim denen bu deryada yaptıklarının bir katre kadar gerekli olmakla beraber aynı zamanda önemsiz olduğunun farkında değil misin. Neden bu kibir?
Lisans'tan başlayarak artan oranda Yüksek Lisans ve Doktora eğitiminde kesinlikle Bilim Etiği, Bilim Felsefesi, Bilimsel Düşünme Yöntemi, Bilimsel Araştırma Felsefesi gibi dersler konulmalı. Bu dersleride işin "ehli" hocalar vermeli. Yanı bu konuları "içselleştirmiş" hocalar. Çok eksik var bu konuda.
Stuart Sutherland - irrasyonel kitabı bence okunmalı. Herkese tavsiye. Ancak bir hatırlatma; eğer psikoloji ve sosyal-psikoloji eğitimi aldıysanız ya da bu konuda uzmansanız bu kitabın size pek katkısı olmayacaktır. Konular bu alanlarda uğraşanların zaten iyi bildiği şeyler. Bir fazlası yok. Ancak insan davranışlarının garipliğine dikkat çekmek adına güzel bir kaynak bana göre Yüksek Lisans ve Doktora'da bile önerilebilir bir kitap. En azından fosil ya da Temel Eser adı altında işe yaramaz bir kağıt yığını değil.
Nazan Bekiroğlu hoca güzel söylemiş. Galiba işin özü bu olsa gerek. "Yeni bir söz bulsam, neye yarar ki? Söyleyemediklerimiz, ince bir sızı gibi..."
Dış dünyaya kim olursanız olun etki bırakmak istiyorsanız şunları yapın.Kesin çalışıyor. Reklam edebileceğiniz her anınızı yüksek kalite fotoğraflayın ve sürekli bunların yayınını yapın. Örneğin bir eğitim seminerine gittiniz.Çok gereksiz bir şey anlattınız. Yada olmanız gerektiği için oradaydınız önemli değil. Çoğu eğitim semineri bir işe yaramaz ancak doğru açılardan çekilen fotoğraflar sizi çok farklı gösterebilir. En küçük başarınızı abarttıkça abartın ve etrafınızda bunları beğenen ilginç tipler bulun. Onlar gerisini halledecektir. Takıldığınız mekanlar sürekli marka yapmış ya da ilginç olmalı. Bunları da yorumsuz olarak koyun gerisini sosyal medya halleder. Buna kısaca algı yönetimi deniyor. Etrafımda çok ustaları var. Öğrenmeye çalışıyorum.
Bu aralar ciddi anlamda etik sorunları hat safhada olan olaylara maruz kalıyorum. İnanın insanı çok yoruyor.
Akademisyen olmayı soruyorlar nasıl diye. Cevap basit. Dışlanmayı, hor görülmeyi, ihaneti, kıskançlığı, bizans entrikalarını, fikirlerin ile alay edilmeyi, kişiliğine onuruna her şeyine yapılan sinsice ya da açıkça yapılan saldırıları, bir gurup bir düşünce ya da bir ekole bağlı olmamandan ya da olmandan dolayı yaşayacağın baskıları, rütbeciliği, pis siyaseti kaldırabilecek kadar genişseniz oldukça zevkli bir meslektir. Bu saydıklarım işin "fıtratında var".
Haruki Murakami'nin güzel bir lafı var. "Herkesin okuduğu kitapları okursanız, Herkesin düşündüğü gibi düşünürsünüz."
Etraftaki yönetim guruları hayat koçları, mentorlar hep motivasyondan bahseder. Ancak insanın kendi kendine araçsız ve amaçsız motive olması imkansız denecek kadar zor.
Rezilyans: Tüm olumsuzluklara rağmen tekrar toparlanıp daha güçlü bir şekilde ayağa kalkma durumu.
Bir çok bilgi ile donanıp onları kullanamadınız mı içinizdeki kapladığı ağırlık inanın çok fazla. Ve kullanılamayan bilgi insanın beynini, bilincini, iç dünyasını bitiriyor, zehirliyor. Belkide bizim camia'nın neredeyse tamamının anormal olmasının sebebi budur. Kullanamadıkları ve kimsenin işine yaramayan gereksiz aşırı bilgi. İlber Hocanın dediği gibi "Bilmemekte mutluluktur.".... Aslında...
Çok merak ediyorum acaba sosyal bilim gibi dipsiz bir kuyu içerisinde ilerlerken neden bu camianın insanları ölçümlenemeyecek kadar çok kibirli. Neden yaptıklarını bu kadar önemsiyorlar. Acaba bilime ne kadar reel etkiler var? Zaten yaptığımız işin bir sonu yok. Yaşadığın süre boyunca kendi bilim dalının külliyatına ek yapacak acaba kaç olgunun farkına varıp keşfedeceksin ki ya da tam olarak açıklayacaksın ki?. Bilim denen bu deryada yaptıklarının bir katre kadar gerekli olmakla beraber aynı zamanda önemsiz olduğunun farkında değil misin. Neden bu kibir?
Lisans'tan başlayarak artan oranda Yüksek Lisans ve Doktora eğitiminde kesinlikle Bilim Etiği, Bilim Felsefesi, Bilimsel Düşünme Yöntemi, Bilimsel Araştırma Felsefesi gibi dersler konulmalı. Bu dersleride işin "ehli" hocalar vermeli. Yanı bu konuları "içselleştirmiş" hocalar. Çok eksik var bu konuda.
Stuart Sutherland - irrasyonel kitabı bence okunmalı. Herkese tavsiye. Ancak bir hatırlatma; eğer psikoloji ve sosyal-psikoloji eğitimi aldıysanız ya da bu konuda uzmansanız bu kitabın size pek katkısı olmayacaktır. Konular bu alanlarda uğraşanların zaten iyi bildiği şeyler. Bir fazlası yok. Ancak insan davranışlarının garipliğine dikkat çekmek adına güzel bir kaynak bana göre Yüksek Lisans ve Doktora'da bile önerilebilir bir kitap. En azından fosil ya da Temel Eser adı altında işe yaramaz bir kağıt yığını değil.
Nazan Bekiroğlu hoca güzel söylemiş. Galiba işin özü bu olsa gerek. "Yeni bir söz bulsam, neye yarar ki? Söyleyemediklerimiz, ince bir sızı gibi..."
Yorumlar
Yorum Gönder